DURSUN ZAMAN

dursun zaman

“En son Giden’e…..”

Dağınıktı tüm dünya. Sesler karışıktı, insanlar koşuşturmaca içindeydi. Kimileri anlamsızca bağırıyordu, kimileri ise çaresizce ağlamaktaydı. Büyük bir yangın vardı, kaçış ondandı. Can derdine düşmüştü insanlar. Kimi kendisi için kimi de çocuğu için koşturup duruyordu. Uzağa gitmek istiyorlardı hepsi. Yangından uzağa..uzağa ve güvenli bir yere.

Ben ise ortadaydım. Ne kaçıyordum, ne korkuyordum. Ne canımı acıtan bir şey vardı, ne de bir çabam vardı kurtulmak için. Sadece izliyordum. Kaçmıyordum, ama yanmıyordum da. Sadece bekliyordum. Tam ortadaydım. Ve o yangını görüyordum. Her anını görüyordum. Her sesi duyuyor ve her insanın acısını okuyabiliyordum yüzlerinden. Ama hiçbir şey yapmıyordum, belki de yapamıyordum bilmiyorum.

Sonra yangının birden akıl almaz bir hızla büyüdüğünü ve her yana yayılmaya başladığını gördüm. İnsanların çığlıklarının artan sesine, koşmalarının daha bir hızlanmasına, bekleyenlerin ise yüzlerine yansıyan acılarına…hepsine birden şahit oluyordum. Ben de korkuyordum sanırım, ama nedenini bilmediğim hâlde kaçmıyordum.

Sonra başka insanlar da gördüm, onlar da yanıyorlardı ama gitmiyorlardı bir yere, kaçmıyorlardı. Bekleyip ağlayan veya koşuşturan, çığlıklarla kaçışan insanların arasında böyle duran ve gülümseyen insanlar da vardı. Sanki onlar acı çekmiyorlardı, huzurluydular. Anlam veremedim bu duruma. Daha da büyük bir şaşkınlıkla bakınıyordum çevreme. Ve birisini gördüm o sırada…

Tam karşımda durmuş, bana bakıyordu. Alevler içindeydi O da, ama huzurlu olanlardandı. Tanıdık bir yüzdü bu, hem de çok tanıdık. Gülümsüyordu bana, el sallıyordu. Ben ise hareketsizce kalakalmıştım. Seviyordum O’nu, gördüğüme sevinmiştim, ama alevler vardı her bir yanında. Ne yapacağımı bilemedim, şaşkındım. Sonra durdu birden, bıraktı gülümsemeyi. Sadece elini sallıyordu artık. Veda ediyordu bana sanki. Döndü arkasını ve ağır ağır yürümeye başladı.

Ben ise hareket edemedim. Gidemiyordum arkasından. Bağırıyordum durması için, ama duyuramıyordum sesimi. Artık yangın her tarafı sarmıştı ve ben de o ateşten çemberin içindeydim. Kimileri hâla umutsuzca çırpınıyor, gittikçe daralan o çember içinde koşuşturuyordu. Kimileri ise artık teslim olmuş, sadece bekliyordu. Çünkü sonuç belliydi ve kaçış yoktu. O çember daralıyordu ve insanlar bir şekilde içinde sıkışacaktı.

Daha da artan seslerin, çığlıkların arasındayken en sonunda ateş bana da değmişti. Ben de yanıyordum artık. Alevler içindeydim ama hissetmiyordum hiçbir şey. Sadece bakıyordum Giden’in arkasından. Adım adım uzaklaşmasını izledim, yine bir şey yapamıyordum. İzliyordum, çaresizce yanıyordum ben de diğer insanlar gibi. Ama ne huzurluydum ne de acı çekiyordum, şimdilik sadece yanıyordum. Sesler artıyordu ve ateşin sıcaklığı yakıyordu. Ama alevlerin tüm o ışığı sönüyordu yavaş yavaş, karanlığa bürünüyordu her yer. Yanıyordum…ama ateşi görmeden, sadece hissederek…

Ve o karanlık birden aydınlanıverdi. Açmıştım gözümü, rüya aleminden dönmüştüm gerçek(!) dünyaya bir anda. Alev falan yoktu, acı da yoktu, ama biraz korku ve şaşkınlık vardı. Ne anlama geliyordu bunlar? Yangın ne yangınıydı? Ben neden görmüştüm alevler içinde O’nu?  Neden veda etmişti bana? Neden dönüp gitmişti? Hiçbir anlam veremiyordum tüm bunlara. Durdum bir süre yatakta. Gözlerim açıktı ama zihnim kapanmıştı sanki, düşünemiyordum hiçbir şey…

Rüya bitmişti, şaşkınlığım geçmemişti henüz..ama işin garibi sesler de gitmemişti. Gözümü açmış olmama rağmen yine duyuyordum. Ama bu seferkiler çığlıklar, haykırışlar değildi. Ayak sesleriydi bunlar, biri koşuyordu evin içinde. Başka sesler de duydum sonra. Konuşan birileri vardı. Kalktım yatağımdan, açtım odamın kapısını ve gittim yanlarına doğru.

Merakla girdim içeri, korkuyla baktım karşımdakilere.. Biri oturmuş ağlıyor, diğeri ayaktaydı. Bir başkası da koşuşturuyordu aceleyle, bir yere yetişecek gibi. Sonra bana döndü bakışlar ve başladı o kısa süreli ama uzun suskunluk. Ben bozdum suskunluğu, sonra konuşmaya başladı karşımdaki dudaklar. Gözyaşları da beraberinde başladı akıvermeye. Ama o gözyaşları dindiremiyordu dudaklardan dökülen sözcüklerin verdiği acıyı, söndüremiyordu başlayan o yangını. Çok şey söylendi, çok şey duydum. Ama aslında olan ve anladığım tek bir şey vardı:  “O, gerçekten gitmişti.”

İnanamadım, inanmak istemedim. Aldığım haberin şokuyla sarsılmıştım. Bir yandan da rüyam vardı aklımda. O bakışı, çevresindeki alevler, tebessümü, elini sallaması, arkasını dönmesi ve ağır ağır yürümesi. Nasıl olabilirdi bu? Bir rüya gerçeği nasıl bu kadar yansıtabilirdi? Nasıl bu kadar yaşatabildi bana? Veda etmişti, ardından da gerçekten gitmişti. Aklım almıyordu bunu.

Peki ben neden hâla hayattaydım? O çember benim için de daralmıştı. Ben de alevler içindeydim, ben de yaşamıştım o yangını. Ben neden gidememiştim? Neden hareket edemeden kalakalmıştım?

Bu çember hayat mıydı? Yoksa ölüm müydü? Herkesin içinde olduğu ama belki henüz görmediği, göremediği bu çember ne içindi? Alevler herkes için vardı ama neden kimine yakarak acı verirken kimine huzur vermişti? Peki ben neden bir şey hissetmemiştim? Hissetmem için ne gerekiyordu? Daha da önemlisi sonuçta ne hissedecektim? Acı mı yoksa huzur mu? Bunu ne belirleyecekti? Benim o çemberde ne kadar kaldığım mı, yoksa nasıl kaldığım mı?

Nasıl kalmıştım? Nasıl kalmalıydım? Ve nasıl kalacaktım? Ne zamana kadar kalacaktım, zaman benim için ne zaman duracaktı?

Bu soruların cevabını ne zaman bulacaktım? Ya da bulacak mıydım?….

…….

Şarkı’dan…..

Her sabah doğan güneş bir sabah doğmaz oldu.
Elleri ellerimden kayıp giden yıldız oldu.
Gülünce ışık saçan o gözler yaşla doldu.
Ağlama, dönmez artık.

Bir varmış, bir yok oldu…..