Mahrumiyet Bölgesi ya da Uygun Adım Bir Şiir
İlk Mevsim;
Yokluğun üşütüyor,
Postallar ve palaskalar kuşanıyorum.
Mültecilerin ölüm haberleri düşüyor televizyonlara.
Tanrım, veremli bir aşk bu.
Bahara adım atalım Tanrım.
Tanrım papatyalar gelsin ki fal açalım
Mahrumiyet bölgesinden fazla uzaklaşmış olamaz papatyalar
Zira varolma sancısı eşittir özgürlük kaygısı
Hissediyorum, seversin belki, sevmelisin sen de papatyaları.
Postal sesleri, saat on yat emri, kundaktaki bebeğin ölüm güncesi…
Barış tesisini dillere pelesenk etmiş dünyanın
Savaşa hazırlanan askerleri!
Bab-ı Ali’nin beyefendileri
Kışlaların ve geçit törenlerinin rütbelileri
Şiirin bu kısmında biraz sessizlik şimdi.
İkinci Mevsim;
Babamın varedenin sırrına eriştiği yaşta ben;
Kelimeler törpülüyorum.
Kaç mevsim yaşarım bilmiyorum.
Hayat arabesk bir renge bürünüyor günboyu
Arabesk olan hiçbir şarkı dilime yakışmıyor
Ve çok şarkısız bahisler açılıyor uykularda.
Sana veremli aşk hususundan bahsetmiş miydim?
Senden uzaklaşınca ciğerlerimin öksürüğe boğulması,
Öksürüklerin kana bulanması,
Mütemadiyen burnumdaki kan pıhtısı.
Veremli bir aşk bu diyorum;
Öksürükler, özlemler, yaşam korkusu ve kan pıhtısı
Babamın ‘babam’ olduğu yaşta bende
-Yaşatmaktan ziyade- yaşamak korkusu.
Üçüncü Mevsim;
Dikenlerimi cımbızlıyorlar, uysallaşıp sana yaklaşıyorum.
Nedir beni sürükleyen telaşe?
Beni, şehirlerden şehirlere otogar kokulu sabahlara
Saniyeleri peşi sıra dizen ve
Yaşamdan kaçarken ölüme yaklaştıran şey ne?
Yoksa mavi değil miydi gök?
Gri merdivenlerden adım adım çıkmak hayali
Seyrek saçlarımda dolaşacak parmaklar
Hayata dair kaygıların ve o kargaşanın içinde
Unutulacak sessizlikler bize ait değil mi?
Hayır! Gök mavi!
Pastel rengi ağaçlar ve güneş ve toprak
Kocamış harflerle ‘yangın’ yazılıyor resmin arkasına
Seni ve cennetin çocuklarını hatırlatacak.
Dördüncü Mevsim;
Onlar mutlular:
Tanrıları,milletleri ve toprakları var.
Tanrı bizim tanrımızsa
Ve millet bizim milletimizse eğer;
‘Yaşasın!’ diyordu herkes
Tanrımız ve milletimiz yaşasın.
Lakin çocuk ölümlerine üzülmüyor
Borsadaki düşüşlerle kahroluyorlardı.
Sokaklar aydınlandıkça geceleri
Onlar karanlığa gömülüyorlardı.
Tanrının insanlar için yarattığı topraklarda
Çocuklar ve anneleri ve abileri ölüyor
Şiir çaresizlik oluyor
Sen bir yerlerde onlara ağlıyordun.
Beşinci Mevsim;
Selam duruyorum geçmişime
Yakılmış fotoğraflarım önünde
Sesim soluğuma karışmıyor artık.
Yağmur, ölen çocukları, mültecileri ve brokerleri
Aynı zerafetle dövüyor.
Yağmurlu sabah kokuları topluyorum sana
Şehirler boyu seyyahlık edip
Yağmuru ve sabahı birbirine eşleyip
Bankacıların elinden kurtarıp hayallerimi
Nihayet sigortalı bir işe girip
Toplum nezdinde yine adam olamıyorum.
Sana şehirler dolusu uykusuzluk topluyorum
Ontolojik bir mesele olmaktan çıkıyor aşk
Aşk ense köküme kadar işleyen bir transa evriliyor
Seni sevdikçe cenneti, cenneti sevdikçe tanrıyı seviyorum.
Sana durmaksızın şehirler dolusu nefes topluyorum
Ve özgürlük.
Altıncı Mevsim;
Gencolmak ince bir sesli oyunudur,
Gencölmek gibi mesela.
Bozuk kaldırımlı yollardan geçtim henüz çok gençtim
Ve anlayamadım hiç bir zaman bu şehirde
Niçin bakılırdı dik dik insanın yüzüne?
Niçin buradaki çocuklar küfretmek için erkek olurlardı
Kızlar çamaşır yıkamak için kadın?
Bozuk kaldırımlı yollardan geçtim caddeler ıslak ve yalnız
Gazeteler şehrin üzerine örtülmüş
Ve koca bir şehir ölüm sessizliğine gömülmüş.
Bozuk kaldırımlı yollardan geçtim, benim devrik yazgım!
Vehimlerle sarmalanan ati duvarları arasında
Vesveseyle büyütülen küskünlüğümü alıp yanıma
Yaşamak hastalığından geçip şifaya ermeliydim.
Yedinci Mevsim;
Didem Madak huzursuzluğuna eş
Ayın karanlık yüzüne kardeş.
Huzursuzluğun adı değişene kadar yazacağım
Yazacağım ve dinginleştireceğim huzursuzluğu
Çünkü benim çağım özgürlüğe susamış
Rap rap çalan postal seslerine aşkı
Sahipsiz yazılan mektuplara ölümü sığdırmış
Fakat dünyayı kaburgaları arasına sığdıramamış
Diri tutmak için gülüşünü – senin gülüşünü –
Fayrap esen rüzgarlara kulak dayamış
Kanlı, irinli ve Mecnunvari bir çağdır.
Sekizinci Mevsim;
Yeminlerimi kireçleyip arsız bir otorite
Toplu mezarlara atıyor
Bir fener alayı geçiyor içimden
Bir fener alayı ki neferlerinin gözlerinde fer yok.
Neferleri kefene ve kehkeşanlara inat ulumakta,
‘Bu silah bana yakışmıyor kaptan!’
İçimde feryat figan geçit törenleri yapılıyor
Top atışları, kırlangıçlar ve ince yüzlü kızlar…
İçimde feryat figan bir çingene düğünü kurarlar.
Ön safları dolduralım der belki bir kimse
Önden giden ayak seslerine uymaya çalışır ruhum
Ön safları doldurmak için ağlar kalan yeminler
-Kurşuna dizilen yeminler…-
Bir damla gözyaşı hasıl olacak şimdi
Tanrım kuşlar kanatlarını üzerime örtsün şimdi
Heyhat ki ruhumun önünde erkekliğim
Ağlamaya engel.
Dokuzuncu Mevsim;
Yaralı bereli dudaklarımla
Yazgımın soğuk sırtının buluştuğu yerde.
Uyursam şimdi kaburgalarım arasında ezerek dünyayı
Ben uyursam ve ölmezse uyumamdan mütevellit çocuklar
Kırlangıçlar uçacak sanki gözlerinde.
Gözlerinde akordeon sesli düğünler ve dernekler kurulacak;
Sana, seni sevenlere ve şairlere dair.
Telaşa mahal bırakmayacak zaman, akacak
Sanki zaman akarsa da seni bana yaklaştırırsa
İnzivaya çekilecek hırçın kapitalist çiçekler
-Çiçek marketlerinden alınan çiçekler-
Ve aşık olmak için, tiyatroya gitmek için
Şiir okurken çay içmek için
İhtiyacımız olmayacak paraya.
Sonra arkamızdan iki aşık mektuplaştı diyecekler
Muhalif adımlar attılar diye fetva verdirip
Görev yerlerimizi değiştirecekler.
Onuncu Mevsim;
”Kekeliyorum, yüzüm koynuna yaslanmış bir rüyada..”
İnsan düşünecek birinin eksikliğini hissediyor böyle zamanlarda.
Zaman ki bayatlamış bir ekmek gibi muhtaç olunacağı biline biline
Yaşanmaktan aciz, yaşatmaktan bihaber, yelsiz kalmış bir yel değirmeni.
İkinci defa yere kapaklandım bugün
Bir kere daha düşersem biliyorum ki bir daha kalkamayacağım
Tüm o mektuplar Milena’ya yazılan
Tüm o sayfalar yazılmayı bekleyen
Bir daha…
Bir daha asla bir kimse kaldırmayacak beni
Cesur olmanın belli sonuçları vardır burada
Ve düşünmenin lanetli olduğu gerçeği kadar gerçektir:
İnsan düşünecek birinin eksikliğini hissediyor sen olmayınca.
Sonuncu Mevsim;
Tanrım veremli bir aşk bu
Özlemi öksürüğe devşiren.
Keşke tüm şairlerin ömrü vuslata mühürlü olsaydı.
Keşke şairleri öldüren tek şey vuslat olsaydı da
Kapitalizm ve modernizm değmeseydi şairlere.
Keşke Mecnunlar vereme gark olsaydı da
İsmi cennete dair ve
Gülüşü cennete kaim diye
Tanrım kızmasaydı bana.
Çöllerde Mecnun, ayazda verem,uykuda öksürük olsaydı adı
Fakat Tanrım
Kızın deri eldivenleri vardı
Anlamak istedim üç yaşındaki o gülüşü
Yirmilerine kadar niçin sakladı?
Reblogged this on Günel Fərhadqızı Emin (Antimental).
BeğenBeğen