NAFTALİN KOKACAKSIN HER ZAMAN
Uyanışını terkeden bir bedendir her ölü.
Ben de çiçeklerimi en sevdiğim birinin mezarına bıraktım.
Oradan ayrılırken hala canlıydı,
şimdi bilmiyorum.
Ne yaralara merhem olduğunu.
Beni acıtan bende bıraktığı yaraydı.
Şaheserim!
Bil ki bu mucize senin eserin.
Yıpranan tüm yapraklarını ellerimle doldurduğum,
incecik bir zaman kısalığında tuğladan yapılmış anılarla,
ve soyumun en genetik harcıyla inşaa ettim.
Ve su ile.
Suyu nasıl tanımlarsınız bilmem.
Bana kalsa ağladığımdır,
terlediğimdir.
Hatırlamak, sıkış tıkış oturmaksa bir mektubun üzerine;
kırlarda umursamazca yuvarlanmaktır su.
Hala sınıfta kalıyorum.
Ne yazık ki,
kopya çekmeyi de hala bilmiyorum.
Her mutluluğum, bir fikir uzunluğunda.
Ve anneme hala nazar boncuğunun bir işe yaramadığını söylemedim.
Seni anlatıyorum önlüklülere;
müfredatla alakası yokken.
Seni anlatmak bir köyü anlatmak gibi.
Doyurucu bir soluk tepesinin üzerine konuşlanmış,
içinde her bucağın en gizli mucizeleri eklenmiş,
Kardelen’e, Narin’e , Dicle’ye yastık olmuş,
çamuruna bile hasret olunan bir köy.
Her tarafından yükselse de canavarların diktiği dev binalar;
sen, gönlümde hep üzerine sim yapıştırılmış bir kartpostal…
Seni güzel hatırlayacağım fıstığım!
Çünkü dediğim gibi.
Pi gibidir bazı şeyler.
Uzun, karmaşık ve lüzumlu.
Sen de öyle.
Şarapneller ilerlemesini durdurdu.
Artık daha bir stabil özlemim.
İç içe geçmiş dualar mı,
içten içe savrulan denklikle ilgili ata sözlerimi,
yoksa gerçekten artık olmayacağın gerçeği mi?
Hiç bilmem hangisi teselli etti, okşadı ruhumu.
Yine de diken üstündeyim.
Anason kokan rüyalarım varken,
tek bir düşüne bakar divaneliğe dönmem.
Ben ki kışı sever dururum.
Kışın sonuna gelmişim de haberim yok.
Koca bir mevsim, kayıp.
Alışmak gerektiğini söyledi Kış, kayıp.
Hiç duymadığım bir ses…
Ve her kayan yıldız, nice emekle yarattığım;
ahengini bozdu gökyüzümün.
Hiç dolduramadığım bir parlaklık…
Sonuçları ilgi çekiciydi.
Hiç dinlemediğim bir Teoman,
ağzıma dokundurmadığım sigara,
şişenin dibindeki balık gibiyken sana benzeyen yüzler…
Kardan iyisini tanımam;
ayıpları,
kusurları,
maziyi örtebilecek.
Geride sadece kar topu oynayan çocuklar,
hem gerçek hem de tırnak içinde kardan adamlar,
ağaçların son dansı…
Karlar,
geride sadece yeniden tomurcuklanan gönül tanecikleri bırakacaklar.
Şimdi bilmiyorum,
nerede yıktım İstanbul’umu.
Nerede kaldı bütün o eski hobilerim,
sevdiklerim,
Power Rangers.
Nerede karar verdim,
kendinden çok uzakta 2 kişi – 1 palavra bir yalan tutmuş insanlar gibi yaşamaya.
Detone olduğumuz, yine de inat edip söylediğimiz şarkılar,
ışıklı ama karanlık caddelere asimetrik sokaklar,
kırdığım camların belayı çağıran çığlığı,
ehlim, ustam, değerlim,
babam nerede bilmiyorum.
Sen neredesin bilmiyorum.
Ama
Gel !
demeyi de giyinmiyorum artık bu Kıştan bozma İlkbahar gününde.
Yoksa itibarı gönlün senden yana,
katıkla selamı hazırlayıp düşmek gerek.
Bir sonraki satıra.